28 Mart 2019 Perşembe

OTOPARKA TESLİM EDİLEN ARACIN ÇALINMASI RÜCUEN TAZMİNAT TALEBİ

Lokantaya gece saatlerinde gelen sigortalı araç malikinin aracı, lokantanın hâkimiyet alanı içinde olan otoparka yerleştirmek üzere otopark görevlisine teslim ettiği - anahtarı üzerinde olan aracın otopark görevlisinin bir başka müşteriye ait araçla ilgilenir iken kimliği meçhul kişilerce çalındığı - taraflar arasında vedia akdinin kurulduğu - işletme ve çalışanının, teslim alınan aracın başkaları tarafından götürülmemesi veya çalınmaması için her türlü tedbiri alma yükümlülüğü bulunduğu

YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2017/3076
Karar Numarası: 2018/498
Karar Tarihi: 21.03.2018




MOTORLU KARA TAŞITLARI SÜPER OTO SİGORTA POLİÇESİNDEN KAYNAKLI ÖDENEN BEDELİN RÜCUEN TAHSİLİ AMACIYLA BAŞLATILAN İCRA TAKİBİNE YAPILAN İTİRAZIN İPTALİ İSTEMİ 

-Lokantaya Gece Saatlerinde Gelen Sigortalı Araç Malikinin Aracı, Lokantanın Hâkimiyet Alanı İçinde Olan Otoparka Yerleştirmek Üzere Otopark Görevlisine Teslim Ettiği - Anahtarı Üzerinde Olan Aracın Otopark Görevlisinin Bir Başka Müşteriye Ait Araçla İlgilenir İken Kimliği Meçhul Kişilerce Çalındığı - Taraflar Arasında Vedia Akdinin Kurulduğu - İşletme ve Çalışanının, Teslim Alınan Aracın Başkaları Tarafından Götürülmemesi veya Çalınmaması İçin Her Türlü Tedbiri Alma Yükümlülüğü Bulunduğu

OTOPARKA TESLİM EDİLEN ARACIN ÇALINDIĞI - Aracın Park Edilmek Üzere Görevliye Tesliminden Sonra Otopark Görevlisinin Aracı Uygun Şekilde Park Edip, Vedia Akdinin de Gerektirdiği Şekilde Özen Gösterip Aracı Kilitlemek ve Anahtarın Kendisi Dışında Başka Kişilerin Ulaşamayacağı Bir Yerde Muhafazasını Sağlaması Gerektiği - Sigortalı Araç Maliki de Bu Saik İle Hareket Ederek, Aracın Güvenli Bir Yere Park Edileceği ve Anahtarlarının da Güvenli Bir Şekilde Muhafaza Edileceği İnancıyla Aracını Emin Sıfatı İle Otopark Görevlisine Teslim Ettiği - Anahtarları Üzerinde 45 Dakika Süre İle Aracın Bekletilmesi Hayatın Olağan Akışına Aykırı Olduğu - Araç Teslim Edildiğinde Poliçedeki Özel Şartın İhlâl Edilmediği; Bu Özel Şartı İhlal Etmeyeceği Düşüncesi İle Hareket Edilerek Taraflar Arasında Vedia Akdi Kurulduğu - Araç İşleteninin Aracın Yeterli Muhafazası Sağlanmadan 45 Dakika Boyunca Anahtarları Üzerinde, Her An Çalınabilecek Şekilde Bırakılmasına Rıza Gösterdiğinin Kabul Edilemeyeceği - Taraflar Arasındaki Sözleşmesel Sorumluluklar ve Halefiyete İlişkin Düzenlemeler Gereğince İşletme ve Çalışanın Meydana Gelen Zarardan Sorumlu Olduğu

Özeti: Davalıların, Borçlar Kanunu hükümleri gereğince teslim alınan aracın başkaları tarafından götürülmemesi veya çalınmaması için her türlü tedbiri alma yükümlülüğü vardır. Otopark görevlisi dışındaki davalılar da istihdam eden konumundadır. Dosya kapsamındaki belgelerden otopark alanının işletmenin hâkimiyet alanı içinde olduğu belirlenmiştir. Bu durumda, aracın park edilmek üzere görevliye tesliminden sonra otopark görevlisinin aracı uygun şekilde park edip, vedia akdinin de gerektirdiği şekilde özen gösterip aracı kilitlemek ve hatta kapıların kilitli olduğunu kontrolünü müteakip anahtarın kendisi dışında başka bir kişi ya da kişilerin ulaşamayacağı bir yerde muhafazasını sağladıktan sonra diğer müşterilerin araçları ile ilgilenmesi gerekir. Nitekim sigortalı araç maliki de bu saik ile hareket ederek, aracın güvenli bir yere park edileceği ve anahtarlarının da güvenli bir şekilde muhafaza edileceği inancıyla aracını emin sıfatı ile davalı otopark görevlisine teslim ettiğinin kabulü gerekmekte olup, aracın teslimi takiben 45 dakika sonra çalınması nedeniyle araç malikinin aracın çalındığı andaki konumunu bilmesi kendisinden beklenemez. Anahtarları üzerinde 45 dakika süre ile aracın bekletilmesi hayatın olağan akışına aykırıdır. Eş anlatımla, araç teslim edildiğinde poliçedeki özel şart ihlâl edilmemiştir. Bu özel şartı ihlal etmeyeceği düşüncesi ile hareket edilerek taraflar arasında vedia akdi kurulmuştur. Araç işleteninin aracın yeterli muhafazası sağlanmadan 45 dakika boyunca anahtarları üzerinde, her an çalınabilecek şekilde bırakılmasına rıza gösterdiğinin kabulü mümkün değildir. Taraflar arasındaki bu sözleşmesel sorumluluklar ve halefiyete ilişkin düzenlemeler gereğince davalılar meydana gelen zarardan sorumludurlar.
Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 27.09.2011 gün ve 2008/61 E., 2011/320 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 11.06.2012 gün ve 2012/3749 E., 2012/7627 K. sayılı kararı ile,
(…Davacı vekili, tüm araç sigortası ile sigortalı aracın davalıların işlettikleri otoparkta çalınması nedeni ile araç malikine ödenen tazminatın tahsili için yapılan icra takibine itirazın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı ... ile ... vekili, müvekkilinin işlettiği işyerinin otopark hizmeti olmadığını ancak arabası ile gelen müşterilerine park yeri gösterdiklerini, davacıya sigortalı araç sürücünün aracı kendilerine teslim etmediğini, aracın anahtarını üzerinde bırakan sürücünün kusurlu olduğunu, sigorta bedeli 64.000 TL olan araç için 74.000 TL olarak yapılan lütuf ödemesinden sorumluluğun kendilerine yüklenemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Diğer davalı ..., davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, sigortalı araç sahibinin aracı kendi rızası ile otopark görevlisi davalıya teslimi ile taraflar arasında vedia sözleşmesi kurulmuş olsa da, aracın çalındığı anda otopark görevlisi davalı ...'ün fiili sorumluluğu altında olduğundan adı geçen davalı, dava dışı sigortalının "sigortalının fiillerinden sorumlu bulunduğu kişiler" konumunda olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan rücuen tazminat talebine ilişkindir.
Dosya kapsamına göre davalı ...’ın işlettiği lokantaya müşteri olarak gelen dava dışı sigortalının aracı, lokantanın otopark görevlisinin yedine terk edildikten sonra otoparktan çalındığı, dolayısı ile vedia sözleşmesinin kurulduğu hususunda ihtilaf yoktur. Sorun araç yedine terk edilen otopark görevlisinin hangi tarafın "fiillerinden sorumlu bulunduğu kişi" konumunda olduğunun tespitindedir.
Vedia, bir akittir ki onunla tevdi edilen şeyi alan, müdi tarafından verilen şeyi kabul ve onu emin bir mahalde korumayı deruhte eder. Saklayan, mudinin talebi üzerine, saklananı geri vermekle yükümlüdür. (B.K.m.463 vd.) Umumi ahırları ve garajları idare edenler içerilerine konulan veya getirilen veya kendileri veya müstahdemleri tarafından kabul olunan otomobil, hayvanat ve araba ve koşum ve sair teferruatının ziya ve hasarından ve çalınmasından zararın müdi veya onu ziyaret veya ona refakat eden veya onun hizmetinde bulunan kimseye isnadı kabil olduğunu veya mücbir sebeplerden veya tevdi olunan eşyanın mahiyetinden neşet ettiğini ispat etmedikçe, mes'ul olur. Şu kadar ki kabul edilen otomobil ve hayvanlar ve arabalar ve onların teferruatı hakkındaki mes’uliyet, garaj ve ahır sahibine veya müstahdemlerine bir kusur isnat olunamazsa, beher müdi için yüz lirayı tecavüz edemez. (BK.m.481) Mukavelede aksine hüküm olmadıkça sigortacı, sigorta ettiren veya sigortadan faydalanan kimsenin yahut fiillerinden hukuken mesul bulundukları kimselerin kusurlarından doğan hasarları tazmin ile mükelleftir. (Ticaret Kanunu m.1278)
Somut olayda; davalı ...'ın işlettiği lokantaya gece saatlerinde gelen sigortalı araç maliki, aracı, lokantanın müşterilerine "ait araçları otoparkına yerleştirme görevli davalı ...'ün yedine terk edip yemek yenilen alana girmiş, anahtarı üzerinde olan araç otopark görevlisinin bir başka müşteriye ait araçla ilgilenir iken 45 dakika kadar sonra kimliği meçhul kişilerce çalınmıştır. Olayı takiben kolluk görevlilerine ifade veren davalı otopark görevlisi aracın kendilerine tesliminden 45 dakika kadar sonra otoparktan çalındığını ifade etmiştir. Keza işletmenin idaresinden sorumlu davalı ... de aracın otoparktan çalındığını ifade etmiştir.

Yukarıda yazılı kanun hükümleri gereğince; teslim alan aynı zamanda aracın başkaları tarafından götürülmemesi veya çalınmaması için her türlü tedbiri almak zorundadır. Araç yedine terk edilen otopark görevlisi davalı işletme sahibi ...'ın çalışanıdır. Çalışanın, eylemi ile zarar gören vedia sözleşmesinin diğer tarafıdır. Buna göre işletme sahibi işveren, meydana gelen zarardan mesuldür. Hal böyle iken davalıların sorumlu oldukları zarar kapsamı araştırılıp sonucuna göre karar verilmesi yerine, somut oluşa uygun düşmeyen gerekçeyle hüküm tesisi doğru olmamıştır…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, motorlu kara taşıtları süper oto sigorta poliçesinden kaynaklı ödenen bedelin rücuen tahsili amacıyla başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali istemine yöneliktir.
Davacı vekili tüm araç sigorta sözleşmesi ile sigortalı olan aracın davalı ...’ ın işletmecisi, ...’ün idari sorumlusu, ...’ ün ise otopark görevlisi olduğu lokantaya ait otoparktan çalınması nedeni ile araç malikine ödenen tazminatın tahsili amacıyla başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar ... ve ... vekili, işyerinin otopark hizmeti olmadığını ancak arabası ile gelen müşterilerine park yeri gösterdiklerini, davacıya sigortalı olan araç sürücüsünün aracı kendilerine teslim etmediğini, anahtarları üzerinde bırakan araç sürücüsünün kusurlu olduğunu, sigorta bedeli 64.000,00 TL olan araç için 74.000,00 TL olarak yapılan lütuf ödemesinin sorumluluğunun kendilerine yüklenemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Hukuk Genel Kurulunca yapılan incelemede davalı ...’ e yapılan tebligatların usulüne uygun olmadığı görüldüğünden, dava dilekçesi, ilk karar, bozma kararı, direnme kararı, direnme kararını temyiz dilekçelerinin usulüne uygun olarak davalıya tebliği sağlanmasına rağmen, davalı ... bir dilekçe sunmamıştır.
Yerel mahkemece aracın çalındığı anda otopark görevlisi davalı ...’ün fiili sorumluluğu altında olduğundan adı geçen davalının, dava dışı sigortalının fiilinden sorumlu bulunduğu kişi konumunda olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine verilen karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece sigorta ettirenin oluru ile araç davalılara bırakıldığından davalıları üçüncü kişi olarak kabul etmek olanağı bulunmadığı gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davacı vekili temyize getirmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davacı ... şirketinin sigortalı aracın çalınması nedeni ile dava dışı sigortalısına ödediği tazminatın olaya konu restoranın idari sorumlusu, işletmecisi ve çalışanından rücuen tahsili isteminde bulunup bulunamayacağı ve somut olay bakımından otopark görevlisinin “sigortalının fiilinden sorumlu olduğu kişiler” arasında kabul edilip edilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle davaya ilişkin yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar vardır.
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 463. maddesinde vedia sözleşmesi açıklanırken, 464. maddesinde mudi’nin, ida sebebiyle husule gelen zararlardan kendi kusuru olmaksızın vukua geldiğini ispat etmedikçe, tazmin ile mükellef olduğu belirtilmiştir. Aynı Yasanın 481. maddesinde umumi ahır idare edenlerin sorumluluğu düzenlenmiş, umumi ahırları ve garajları idare edenlerin içlerine konulan veya getirilen veya kendileri veya müstahdemleri tarafından kabul olunan araba ve sair teferruatın ziya, hasar ve çalınmasından doğan zararın mudi veya hizmetinde bulunan kimseye isnadı kabil olduğunu veya mücbir sebeplerden veya tevdi olunan eşyanın mahiyetinden neşet ettiğini ispat etmedikçe mesul olacağı belirtilmiştir. İstihdam edenin sorumluluğunun düzenlendiği 55. maddede ise başkalarını istihdam eden kimsenin, maiyetinde istihdam ettiği kişilerin hizmetlerini ifa ettikleri esnada yaptıkları zarardan, zararın oluşmaması için hâl ve maslahatın icap ettiği bütün dikkat ve itinada bulunduğunu yahut bulunsa dahi zararın oluşuna mani olunamayacağını ispat etmedikçe sorumlu olacağını açıklamıştır.
Yine sigorta ettirenle sigortadan faydalanan kimsenin kusuruna ilişkin olarak 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1278. maddesi aynen “Mukavelede aksine hüküm olmadıkça sigortacı, sigorta ettiren veya sigortadan faydalanan kimsenin yahut fiillerinden hukuken mesul bulundukları kimselerin kusurlarından doğan hasarları tazmin ile mükelleftir. Fakat hiçbir hâlde sigortacı sigorta ettiren veya sigortadan faydalanan kimsenin kasdından veya aksi mukavelede yazılı değilse sigorta edilen malın ayıbından doğan hasarları tazmine mecbur olmaz.” şeklinde düzenleme getirirken, halefiyeti açıklayan 1301. madde de “Sigortacı sigorta bedelini ödedikten sonra hukuken sigorta ettiren kimse yerine geçer. Sigorta ettiren kimsenin vaki zarardan dolayı üçüncü şahıslara karşı dava hakkı varsa bu hak, tazmin ettiği bedel nispetinde sigortacıya intikal eder. Sigorta ettiren kimse, 1 inci fıkra gereğince sigortacıya intikal eden haklarını ihlal edecek bir hal ve harekette bulunursa sigortacıya karşı mesul olur. Sigortacı zararı kısmen tazmin etmiş ise sigorta ettiren kimse kalan kısmından dolayı üçüncü şahıslara karşı haiz olduğu müracaat hakkını muhafaza eder.” amir hükmüne yer vermiştir.
Öte yandan Kara Taşıtları Kasko Sigortası Genel Şartları’nın A.5.-6 maddesine göre, taşıta, sigortalı veya fiillerinden sorumlu bulunduğu kimseler veya birlikte yaşadığı kişiler tarafından kasten verilen zararlar ile sigortalının fiillerinden sorumlu olduğu kimseler veya birlikte yaşadığı kişiler tarafından sigortalı taşıtın kaçırılması veya çalınması nedeniyle meydana gelen zararlar teminat dışında kalmaktadır.Taraflar arasında bu durumun aksine sözleşme düzenlenmemiş olup, araç çalınması klozunda aynen “Aracın çalışır bir vaziyette olduğu veya durduğu sırada anahtarının üzerinde bırakılması nedeniyle aracın çalınması, duruma göre sigorta ettiren veya sigortadan faydalanan kimsenin veya fiilden hukuken sorumlu bulundukları kimselerin kusuru olarak kabul edilir ve sigortacı bundan kaynaklanan hasar ve zararları tazmin ile yükümlü değildir. ” denilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra somut olay değerlendirildiğinde, davalı ...'ın işlettiği lokantaya gece saatlerinde gelen sigortalı araç maliki, aracı, lokantanın hâkimiyet alanı içinde olan otoparka yerleştirmek üzere otopark görevlisi davalı ...’e teslim ettikten sonra yemek yenilen alana girmiş, anahtarı üzerinde olan araç, otopark görevlisinin bir başka müşteriye ait araçla ilgilenir iken 45 dakika kadar sonra kimliği meçhul kişilerce çalınmıştır. Davalı ... ve davalı ... kolluk aşamasında verdiği ifadelerde aracın müşteri girdikten 45 dakika kadar sonra çalındığını ifade etmiştir. Bu durumda, taraflar arasında vedia akdinin kurulduğu ve ...’ ün davalı işletme sahibi ...’ın çalışanı olduğu hususu ihtilafsızdır.
Davalıların, Borçlar Kanunu hükümleri gereğince teslim alınan aracın başkaları tarafından götürülmemesi veya çalınmaması için her türlü tedbiri alma yükümlülüğü vardır. Otopark görevlisi dışındaki davalılar da BK. 55. madde hükmü uyarınca istihdam eden konumundadır. Dosya kapsamındaki belgelerden otopark alanının işletmenin hâkimiyet alanı içinde olduğu belirlenmiştir. Bu durumda, aracın park edilmek üzere görevliye tesliminden sonra otopark görevlisinin aracı uygun şekilde park edip, vedia akdinin de gerektirdiği şekilde özen gösterip aracı kilitlemek ve hatta kapıların kilitli olduğunu kontrolünü müteakip anahtarın kendisi dışında başka bir kişi ya da kişilerin ulaşamayacağı bir yerde muhafazasını sağladıktan sonra diğer müşterilerin araçları ile ilgilenmesi gerekir. Nitekim sigortalı araç maliki de bu saik ile hareket ederek, aracın güvenli bir yere park edileceği ve anahtarlarının da güvenli bir şekilde muhafaza edileceği inancıyla aracını emin sıfatı ile davalı otopark görevlisine teslim ettiğinin kabulü gerekmekte olup, aracın teslimi takiben 45 dakika sonra çalınması nedeniyle araç malikinin aracın çalındığı andaki konumunu bilmesi kendisinden beklenemez. Anahtarları üzerinde 45 dakika süre ile aracın bekletilmesi hayatın olağan akışına aykırıdır. Eş anlatımla, araç teslim edildiğinde poliçedeki özel şart ihlâl edilmemiştir. Bu özel şartı ihlal etmeyeceği düşüncesi ile hareket edilerek taraflar arasında vedia akdi kurulmuştur. Araç işleteninin aracın yeterli muhafazası sağlanmadan 45 dakika boyunca anahtarları üzerinde, her an çalınabilecek şekilde bırakılmasına rıza gösterdiğinin kabulü mümkün değildir. Taraflar arasındaki bu sözleşmesel sorumluluklar ve halefiyete ilişkin düzenlemeler gereğince davalılar meydana gelen zarardan sorumludurlar. Bu nedenle de mahkemece zarar kapsamı araştırılıp sonucuna göre bir karar verilmedir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, uyuşmazlığın sigorta ettiren ile sigortadan faydalanan kimselerin kusurunu düzenleyen kanun maddeleri, sigortalının sorumluluğuna ilişkin yasal düzenlemeler ve sigorta sözleşmesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, dava dışı sigortalı ile sigorta şirketi arasında yapılan sözleşmede 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’ nun 1278. Madde dışında bir düzenleme getirilmediği, bu hükmün 1301. maddede düzenlenen halefiyet ilkesine istisna getirdiği, aracın sigortalının rızası ile otopark görevlisine bırakıldığından ve araç anahtarları üzerinde iken kimliği meçhul kişilerce çalındığından, otopark görevlisinin, sigortalının fiilinden sorumlu üçüncü kişi olarak değerlendirilmesi ve zarar poliçe teminatı kapsamı dışında olduğundan yerel mahkeme kararının onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
O hâlde tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.03.2018 gününde oy çokluğu ile karar verildi.


27 Mart 2019 Çarşamba

VERGİ MÜKELLEFİ TARAFINDAN OKUNDUĞU VE BİLGİLENDİRİLDİĞİ KANITLANAMAYAN ELEKTRONİK TEBLİGAT GEÇERSİZDİR!

BÖLGE İDARE MAHKEMESİNDEN E-TEBLİGATLA İLGİLİ YENİ KARAR

VERGİ MÜKELLEFİ TARAFINDAN OKUNDUĞU VE BİLGİLENDİRİLDİĞİ KANITLANAMAYAN ELEKTRONİK TEBLİGAT GEÇERSİZDİR!

Güncel uygulamalarda vergi idarelerinin e- tebligat sistemine dönülmesi mükellefleri tebligatın yapılıp yapılamaması hususunda zor duruma düşürmüştür. Gönderilen tebligatların Salt e-tebligat kutusuna düşmüş olmasından hareketle tebligatın usulüne uygun yapıldığını kabul edilmekteydi. Posta yolu ile tebligat uygulamasında bilindiği üzere tebligatın 213 Sayılı Kanun ve 7201 Sayılı Kanun’a uygun olarak yapılıp yapılmadığının denetlenmesinde tebliğ memurunun imzasını taşıma şartı vardı. Mahkeme kıyas yönünden isabetli bir karar vererek mağduriyeti önledi. E-tebligat sisteminde de alındı bilgisinin teyit edilmesi ile birlikte muhatabınca görüldüğünün yahut görülmüş sayıldığı durumların ispatı gerekeceğine karar verdi.

İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Vergi Dava Dairesi’nin 28/01/2019 tarihli 2018/3339 Esas, 2019/13 Karar sayılı ilamının ilgili bölümü:

“Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılacağına göre, sürelerin tespiti ve kontrolü açısından alındı bilgisinin teyit edilmesi ile birlikte muhatabınca görüldüğünün yahut görülmüş sayıldığı durumların ispatı gerekmektedir. Aksi kabul, tebligattan varılmak istenen amaçla bağdaşmayacaktır. Bu durum; tebliğ memurunun imzasını içeren mazbata yerine, gönderildi ve alındı bilgilerinin geçeceği düşünüldüğünde, daha da önem arz etmektedir. Tebligatı çıkaran merciin internet yoluyla tebligat yapmasıyla eş zamanlı olarak muhatabın cep telefonuna tebligatı bulunduğuna dair mesaj atılması; muhatabın e-posta adresinde yer alan ve tebligat teşkil eden e-postayı açmasıyla eş zamanlı olarak tebligatı çıkaran mercie tebligat alındı bilgisinin ulaşması "belgelendirme" fonksiyonu açısından önem taşımaktadır. Keza muhatabın sistemde kayıtlı olan adresine e-tebligat yapıldığına dair gönderildi, iletildi ve alındı kayıt ve mesajları, tebliğ mazbatasının yerini almaktadır. Bu durumların hukuki süreç içerisinde ve buna uygun olarak varlık kazandığını ispat, tebliği çıkaran mercie ait olup yargılamada somut olay adaletine yaklaşılabilmesinin de ön koşuludur.

Konu ile ilgili olarak yürürlüğe giren 456 sıra nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğ'de, olay kaydı; elektronik tebligat hizmetinin verilmesi esnasında meydana gelen tüm bilişim sistemi işlem kayıtları olarak tanımlanmış, vergi dairesinin ise muhataplara 213 sayılı Kanun hükümlerine göre tebliğ edilecek evrakı düzenleyen daireyi ifade edeceği belirtilmiştir. Dairemizce verilen ara kararında, davacı tarafından, internet vergi dairesi bünyesinde oluşturulan tebliğe elverişli elektronik ortama (elektronik tebligat adresine, yani internet vergi dairesi sistemine) giriş yapılıp yapılmadığı ve bilgilendirme mesajlarıyla ilgili tüm olay kayıtlarının gerekirse ilgili birimlerden temini suretiye gönderilmesi istenilmiş olmasına rağmen davalı idarece, tebligattan varılmak istenilen amacı gerçekleştirmeye matuf olarak başka bir ifadeyle muhatabın bilgilendirildiği ile bu bilgilendirmeyi ispata yarar belgeler dosyaya ibraz edilmemiş, vergi/ceza ihbarnamelerinin e-tebliğini gösterir ekran görüntülerinin gönderilmesiyle yetinilmiş, alındı kayıt veya mesajlarına ilişkin bir belge dosyaya sunulamamıştır.

Hal böyle olunca, davaya konu ihbarnamelerden daha önceki bir tarihte haberdar olunduğu ortaya konulamadığından, başka bir ifadeyle, davalı idarece, davacı tarafından vergi/ceza ihbarnamelerinin görüldüğü yahut görülmüş sayıldığı durumlar ispat edilemediğinden, anılan vergi/ceza ihbarnamelerinden, dava dilekçesinde bildirilen tarih itibariyle haberdar olunduğunun kabulü gerekmiş olup davayı süre yönünden reddeden kararın kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.”


25 Mart 2019 Pazartesi

AİLE HUKUKUNDA ARABULUCULUK OLMAZ


           
Son günlerde Aile Hukuku alanındaki uyuşmazlıklarda zorunlu arabuluculuk konusu gündeme getirilmektedir.  Önce iş hukukundan doğan uyuşmazlıklarda, daha sonra ticari davalarda zorunlu arabuluculuk sistemi getirilmiştir.  Şimdi de Aile Hukukundan doğan davalarda zorunlu arabuluculuk getirilmeye çalışılmaktadır. Alternatif uyuşmazlık çözüm yolları, devletin görevi olan yargısal sistemin yerine geçirilmeye çalışılmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’nin 48/1. Maddesi “Taraf devletler, Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerinde arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere, gerekli hukuki veya diğer önlemleri alacaklardır” demek suretiyle, şiddet içeren uyuşmazlıklarda zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm yolları yasağını getirmiştir.
Arabuluculuk Kanunu’nun 1/2. Maddesinde; “Şu kadar ki, aile içi şiddet iddiasını içeren uyuşmazlıklar arabuluculuğa elverişli değildir“ denilmek suretiyle aile içi şiddet içeren olaylarda arabuluculuğun mümkün olmadığı açık ve net hüküm altına alınmıştır.
Aile hukuku kaynaklı davalarda bilhassa Boşanma  davalarının neredeyse tümünde psikolojik, sözel, ekonomik, cinsel, sosyal, fiziksel şiddet vardır. Hal böyleyken yargılama yapılmadan şiddet olup olmadığının ayrımının yapılması olası değildir. Bu nedenle de aile hukuku uyuşmazlıklarında ARABULUCULUK asla MÜMKÜN DEĞİLDİR.
            Bazı çevrelerde sadece mal rejiminin tasfiyesi konusunda zorunlu arabuluculuk getirileceği dile getirilmektedir. Mal rejiminin tasfiyesi de bir aile hukuku uyuşmazlığıdır. Boşanma davasının sonuçlanmış olması ne yazık ki şiddet eylemlerini sona erdirilememektedir. Her yıl artan oranda yüzlerce kadın öldürülüyor ve şiddete uğruyorken, kadını arabuluculuk masasına oturtmak kadının can güvenliğini tehlikeye sokar. 2018 yılında 440 kadının sadece kadın olmaları nedeniyle öldürüldüğü, 317 kadının da cinsel şiddete maruz kaldığı gerçeği göz önüne alındığında KADININ NASIL KORUNACAĞI konusu son derece önem arz etmektedir. Arabulucudan kadının güvenliğini temin etmesi beklenemeyeceği gibi arabulucunun kendi güvenliğinin de tehlikede olduğu tartışmasızdır.
Kaldı ki Avukatlık Kanunu’nun 35 /A Maddesinde; “Avukatlar dava açılmadan veya dava açılmış olup da henüz duruşma başlamadan önce kendilerine intikal eden iş ve davalarda TARAFLARIN KENDİ İRADELERİYLE, istem sonucu elde edebilecekleri konulara inhisar etmek kaydıyla, müvekkilleriyle birlikte KARŞI TARAFI UZLAŞMAYA DAVET EDEBİLİRLER. Karşı taraf bu davete icabet eder ve uzlaşma sağlanırsa uzlaşma konusunu, yerini, tarihini, karşılıklı yerine getirmeleri gereken hususları içeren tutanak, avukatlar ile müvekkilleri tarafından imza altına alınır. Bu tutanaklar İİK’nın 138 Maddesi anlamında ilam niteliğindedir” denilmektedir. 
            Yine HMK’nın 137 Maddesinde; “Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır.
Mahkeme ön incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda SULHE teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir” hükmüne yer verilmiştir. Yasa hükmüne göre HÂKİMİN DE TARAFLARI ANLAŞMAYA TEŞVİK ETME YETKİSİ bulunmaktadır.

Mevcut yasal düzenlemeyle tarafların sulh olma konusunda iradeleri olduğu sürece  dava açılmadan evvel Avukatlık Kanunu 35/A maddesine göre  sulh olup ilam mahiyetinde belge düzenlenmesi imkanı varken  aile hukukundan doğan davaları da arabuluculuk kapsamına sokmak hele hele bunu zorunlu yapmak kadının güvenliğini riske sokacak, kadının haklarını kullanmasına ve elde etmesine engel teşkil edecektir.
AİLE HUKUKUNDA ARABULUCULUK DEMEK
AİLE İÇİ ŞİDDETİN GÖRÜNMEZ OLMASI DEMEKTİR.
AİLE HUKUKUNDA ARABUCULUK KADININ ADALETE ERİŞİMİNE ENGELDİR.
İSTANBUL BAROSU KADIN HAKLARI MERKEZ

20 Mart 2019 Çarşamba

Çiftçilerin Haczedilemezlik İddiasına Emsal Nitelikteki Yargıtay Kararı


        Yargıtay 12. Hukuk Dairesi kararına göre
"..Bir traktörün borçlunun haline uygun olup olmadığı adı geçenin haciz anındaki sosyal durumuna ve borçlu ile ailesinin ihtiyaçlarına göre belirlenir...şikayetçi borçlunun asıl mesleğinin çiftçilik olup olmadığı mahkemece yeterince araştırılmadığı gibi, şikayetçinin çiftçilik mesleğini devam ettirebilmesi için, bu mesleği icra ettiği arazinin miktar ve vasfı da dikkate alınarak traktöre ihtiyacı olup olmadığı, ihtiyacı varsa, şikayete konu traktörün kıymeti ile borçlunun haline münasip traktörü temin etmesi için gerekli bedelin de bilirkişi marifetiyle tespit ettirilmediği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece; belirtilen ilkeler ışığında gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra, borçlunun ve ailesinin geçimini sağlaması için yeterli arazi miktarı ile arazi üzerinde yetiştirilebilen ürün de dikkate alınarak, faaliyetlerini sürdürebilmesi için traktöre ihtiyacı olup olmadığı, ihtiyacı varsa şikayete konu traktörün kıymeti ve borçlunun haline münasip traktörü alabilmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirilmeli. Traktörün kıymeti, borçlunun haline münasip traktörün bedelinden fazla ise satılmasına, satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen traktörü alabilmesi için gerekli olan paranın borçluya bırakılmasına, kalanın hak sahiplerine ödenmesine karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir." Dedi.

Traktörün çiftçiler için zorunlu nakil ve ziraat aleti olduğunun kabulü gerektiğine dikkat çekilen Yargıtay kararında, "Bir traktörün borçlunun haline uygun olup olmadığı adı geçenin haciz anındaki sosyal durumuna ve borçlu ile ailesinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. 

Buradaki 'aile' terimi, geniş anlamda olup, borçlu ile birlikte aynı çatı altında yaşayan, bakmakla yükümlü olduğu kişileri kapsar. Mahkemece, şikayetçinin çiftçilik mesleğini devam ettirebilmesi için, bu mesleği icra ettiği arazinin miktar ve vasfı da dikkate alınarak traktöre ihtiyacı olup olmadığı tespit edilmeli. İhtiyacı varsa, şikayete konu traktörün kıymeti ile borçlunun haline münasip traktörü temin etmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirildikten sonra, haczedilen traktörün kıymeti bundan fazla ise satılmasına karar verilmeli ve satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen traktör için gerekli olan miktar borçluya bırakılmalı, kalanı hak sahiplerine ödenmelidir. Bu kıstasları aşan nitelik ve evsaftaki traktör ise, maddede öngörülen amaca aykırıdır. Borçlunun büyük ölçekte tarım arazisine sahip olması, çok sayıda traktöre sahip olmasını gerektirmediği gibi, çok vasıflı ve birden fazla traktöre sahip olması da maddenin amacına aykırıdır.

Somut olayda, İlçe Emniyet Müdürlüğü araştırma raporunda borçlunun geçimini çiftçilik yanında aldığı emekli maaşı ile sağladığı ayrıca iş yerinin dört ortağından biri olduğu rapor edilmiş ise de; anılan rapor, yukarıda açıklanan ilkelere uygun bulunmadığından hüküm kurmaya elverişli değildir.

ÇİFTÇİ OLUP OLMADIĞI ARAŞTIRILMALI

Ayrıca, şikayetçi borçlunun asıl mesleğinin çiftçilik olup olmadığı mahkemece yeterince araştırılmadığı gibi, şikayetçinin çiftçilik mesleğini devam ettirebilmesi için, bu mesleği icra ettiği arazinin miktar ve vasfı da dikkate alınarak traktöre ihtiyacı olup olmadığı, ihtiyacı varsa, şikayete konu traktörün kıymeti ile borçlunun haline münasip traktörü temin etmesi için gerekli bedelin de bilirkişi marifetiyle tespit ettirilmediği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece; belirtilen ilkeler ışığında gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra, borçlunun ve ailesinin geçimini sağlaması için yeterli arazi miktarı ile arazi üzerinde yetiştirilebilen ürün de dikkate alınarak, faaliyetlerini sürdürebilmesi için traktöre ihtiyacı olup olmadığı, ihtiyacı varsa şikayete konu traktörün kıymeti ve borçlunun haline münasip traktörü alabilmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirilmeli. Traktörün kıymeti, borçlunun haline münasip traktörün bedelinden fazla ise satılmasına, satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen traktörü alabilmesi için gerekli olan paranın borçluya bırakılmasına, kalanın hak sahiplerine ödenmesine karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir." denildi. 

19 Mart 2019 Salı

Tüketici Hakem Heyetlerine Başvuru ve Prosedürü Hakkında

    
Tüketici hakem heyetleri, tüketicilerin tarafı olduğu ayıplı mal ve hizmetler, taksitle satış sözleşmeleri, tüketici kredisi sözleşmeleri, konut finansmanı sözleşmeleri, ön ödemeli konut satış sözleşmeleri, iş yeri dışında kurulan sözleşmeler, mesafeli sözleşmeler, devre tatil ve uzun süreli tatil hizmeti sözleşmeleri, paket tur sözleşmeleri, abonelik sözleşmeleri, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekalet ve bankacılık sözleşmeleri gibi her türlü tüketici sözleşmeleriyle satış sonrası hizmetler ve garanti belgesi uygulamalarından kaynaklanan uyuşmazlıklar hakkında karar verirler. 

    Tüketici Hakem heyetlerine başvuruda parasal sınır 1 Ocak 2019 dan itibaren geçerli olmak üzere resmi gazetede yayımlanarak değiştirilmiştir. Tarafların İcra ve İflas Kanunundaki hakları saklı olmak kaydıyla; Tüketici Hakem Heyetlerine yapılacak  başvurularda, aşağıdaki hususlara dikkat etmek gereklidir.

Büyük şehir belediyesi statüsünde olan illerde değeri 5 bin 650 Türk Lirasının altında bulunan uyuşmazlıklarda İlçe Tüketici Hakem Heyetleri görevli olacak.

Büyük şehir belediyesi statüsünde olan illerde değeri 5 bin 650 Türk Lirası ile 8  bin 480 Türk Lirası arasındaki uyuşmazlıklarda İl Tüketici Hakem Heyetleri görevli olacak.

Büyük şehir belediyesi  statüsünde olmayan illerin merkezlerinde ve bağlı ilçelerde değeri 8 bin 480 Türk Lirasının altında bulunan uyuşmazlıklarda İl Tüketici Hakem Heyetleri görevli olacak.

Bu değerlerin üzerindeki uyuşmazlıklar için tüketici hakem heyetlerine başvuru yapılamaz.

Başvurular, tüketicinin yerleşim yerinin bulunduğu veya tüketici işleminin yapıldığı yerdeki tüketici hakem heyetine yapılabilir.  İl Tüketici Hakem Heyetine yapılmış olan başvuru, karşı tarafa bildirilir ve 30 gün içinde savunmasını göndermesi istenir. Gelen sonuç, Raportörler tarafından bir dosya şeklinde düzenlenip heyet gündemine alınır. Hakem Heyeti her 15 günde bir (ayda iki defa) toplanarak gündeminde hazır olan tüketici başvurularını görüşür ve karara bağlar. Tüketici Hakem Heyetinden çıkan karar her iki tarafa tebliğ edilir. Taraflar, tüketici hakem heyetinin kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde tüketici hakem heyetinin bulunduğu yerdeki tüketici mahkemesine itiraz edebilir. İtiraz, tüketici hakem heyeti kararının icrasını durdurmaz. Ancak talep edilmesi şartıyla hakim, tüketici hakem heyeti kararının icrasını tedbir yoluyla durdurabilir.
Tüketici hakem heyeti kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine tüketici mahkemesinin vereceği karar kesindir.

Tüketici hakem heyetine başvurular ücretsiz yapılır. E-Devlet Kapısı üzerinden gerçekleştirilen başvuruların tüketici aleyhine karara bağlanması durumunda, tebligat ve bilirkişi ücretleri Bakanlık tarafından karşılanır ve tüketicilere hak arama konusunda herhangi bir mali yük yüklenmez. 

Tüketici hakem heyetine yapılan başvurular, başvuru tarih ve sırasına göre en geç altı ay içinde görüşülür ve karara bağlanır. Yapılan başvurunun niteliği, başvuru konusu, mal veya hizmetin özelliği gibi hususlar dikkate alınarak, karar süresi en fazla altı ay daha uzatılabilir. Tarafların ivedi inceleme talebinde bulunması ve bu talebin başkan tarafından uygun görülmesi halinde başvuru, tüketici hakem heyetince öncelikle gündeme alınarak sonuçlandırılır. Tüketici hakem hayatı kararı tüketici lehine sonuçlandıysa, Tüketici Hakem Heyeti kararı tarafınıza tebliğ edildikten 15 gün sonra firmaya müracaat ederek kararın uygulanmasını isteyebilirsiniz.

Ayrıca bu konuda uzman bir avukata danışarak icra takibi de başlatabilirsiniz.

Lakin şunu da belirtelim ki Tüketici Hakem Heyetlerine ticari faaliyetleriniz ile ilgili konularda başvuramazsınız. Fakat satıcı veya sağlayıcı olarak bir tüketiciye mal veya hizmet satış sunumundan doğan uyuşmazlıklarla ilgili olarak başvurabilirsiniz.

Önemle belirtelim ki tüketici hakem heyetlerine başvuru yaparken profesyonel bir hukuksal destek almanız ileride telafisi mümkün olamayacak hatalardan kurtulmanızı sağlar.

15 Mart 2019 Cuma

EV HACZİNDE HACZEDİLEBİLİR MALLAR İLE HACZEDİLEMEZ MALLARIN İHTİLAFI HUSUSU



EV HACZİNDE HACZEDİLEBİLİR MALLAR İLE HACZEDİLEMEZ MALLARIN İHTİLAFI HUSUSU


Ev hacizlerinde borçluların en merak ettikleri ve ihtilaf mevzuları çok olan ve Yargıtay kararlarıyla aydınlatılmaya çalışılan konu ev haczinde hangi taşınır malların haczedilip hangilerinin haczedilemeyeceği hususudur. 

Kanunda açıkça ; ''para, kıymetli evrak, altın, gümüş, değerli taş, antika veya süs eşyası gibi kıymetli şeyler hariç olmak üzere, borçlu ve aynı çatı altında yaşayan aile bireyleri için lüzumlu eşya; aynı amaçla kullanılan eşyanın birden fazla olması durumunda bunlardan biri haczedilemez'' denmektedir.

Hacizde genel amaç alacaklının alacağına kavuşmasını sağlamaktır.  Ancak bunu borçlunun sosyoekonomik durumuna ağır bir darbe vurmadan kendisi ve aile bireyleri için gerekli olan zaruri eşyalara haciz yapmamak suretiyle yapar. Bunlar kişinin ve ailesinin hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan eşyalardır. Kişinin yatağı, elbise dolabı, oturma grubu, tek ise televizyonu, çamaşır ve bulaşık makinesi, buzdolabı, fırını zaruri hayatını sürdürmesi için gerekli olan eşyalardır. 

 Diğer bir merek edilen konu da evdeki bilgisayarların haczedilebilir olup olmadığıdır. Şöyle açıklık getirelim ki evde birden çok bilgisayar var ise her halükarda 1 tanesi haczedilebilir. Lakin evde bir adet bilgisayar var ise evde okuyan bir çocuk olup olmadığına ya da işini yapması için bilgisayarın zorunlu olduğu bir aile ferdi olup olmadığına bakılır. Televizyonun lüks eşyaya girip girmediği, hangi tür ve cins televizyonun haczedilebilir olduğu geçmiş yıllarda daha çok tartışma konusuydu. Önceleri plazma televizyon lüks eşyaya giriyordu çünkü evlerde tüplü televizyon sayısı oranı da oldukça fazlaydı. Daha sonra plazmaların ekran boyutlarına göre lüks eşya, lüks eşya değil ayrımı yapıldı. Şimdi ise Yargıtay kararlarıyla sınırları belirli sayılabilecek olan her ekran plazma televizyon eğer tek ise haczedilemez zaruri eşyaya giriyor. Tabii ki çok yüksek fiyatlı ev sinema sistemleri yine lüks eşya tanımına girdiği için haczedilebilir. 

Aynı şekilde ev eşyasına müdahil başka bir eşya da var ise bu durumda diğer eşya yine haczedilebilir. Mesela evde buzdolabıyla birlikte derin dondurucu da var ise burada derin dondurucunun tek eşya olması iddiası isabetsiz kalır. Burada derin dondurucu haczedilebilir eşyadır. Yahut ev kalorifer sistemli ise klima burada haczedilebilir eşyadır. Lakin evde ne soba ne kalorifer veya başka sistem yok ise tek olan klima haczedilemez. Eğer evde yemek odasının bir takımı olan masa takımıyla birlikte mutfakta da günlük kullandığınız bir masa var ise en pahalı olan masa takımı haczedilir. Yine evde çamaşır makinesi ile birlikte bir de kurutma makinesi var ise kurutma makinesi haczedilir. Evde bulunan spor aletleri, mikrodalga fırın, su sebili, ses sistemi haczedilebilir.Yine pahalı saatler, tablolar ve heykellerin, ortalamanın üstündeki pahalı halıların ve benzeri eşyaların haczi bu şekilde yapılır.

Tüm bunlardan ayrı olarak Avm dosyası olarak adlandırdığımız alışveriş merkezlerinden alınan eşyalar yukarıda anlattığımız hususlara havi değildir. 

Tekrar edelim ki evde haciz olamayacağı gibi toplumdaki genel bir kanı tamamen yanlıştır.

Yalnızca ev haczine kanun koyucu tarafından sınırlamalar getirilmiştir.
Burada amaç alacaklı ile borçlu arasındaki menfaat dengesinin sağlamaktır.



14 Mart 2019 Perşembe

Anlaşmalı Boşanmak İsteyen Çiftlerin En Çok Sorduğu Sorular


Anlaşmalı Boşanmak İsteyen Çiftlerin En Çok Sorduğu Sorular ..

Anlaşmalı olarak boşanmak isteyen çiftler ofisimize geldiklerinde akıllarında çoğunlukla belli başlı sorularla gelirler. 

Biz de değerli müvekkillerimiz ve müvekkil adaylarımız için en çok tarafımıza yöneltilen soruları derleyip sizler için cevaplayacağız.

1. Anlaşmalı boşanabilmek için en az 1 yıl evli kalmak zorunda mıyım?

4721 sayılı Türk Medeni Kanun’un anlaşmalı boşanabilmek için hükmettiği anlaşmalı boşanma şartı olarak, evliliğini anlaşmalı boşanma yolu ile sonlandırmak isteyen eşlerin öncelikle en az bir yıl evli kalmış olmaları gerekmektedir. Bir yıldan daha kısa süren evliliklerde anlaşmalı boşanma davası öncelikli olarak çekişmeli olarak açılır sonrasında ise taraflar boşanma ve ferileri üzerine anlaşmaya vardıklarına dair protokolü mahkemeye dilekçe yoluyla bildirmesiyle birlikte çekişmeli yargı, anlaşmalı boşanmaya dönüşür. 

2. Boşanma protokolünde belirtilmeyen bir hususu duruşma esnasında öne sürebilir miyiz?

Anlaşmalı boşanmak için eşler, maddi ve manevi tüm hukuki sonuçlar üzerinde uzlaşma içerisinde olduklarını hazırlanacak olan anlaşmalı boşanma protokolü içerisinde bildirmeleri gerekmektedir. Mali sonuçlar bakımından, eşler maddi ve manevi tazminat talepleri ile nafaka hususunda anlaşmalıdırlar. Çocuklar bakımından ise, eşlerin, velayet, iştirak nafakası ve kişisel ilişki kurulması konusunda anlaşmaları gerekmektedir. Uygulamada Yargıtay eşya paylaşımının da boşanma protokolünde yer alması gerektiği görüşündedir. Eğer eşya paylaşımında bir ihtilaf çıkarsa boşanma anlaşmalı boşanmadan çekişmeli boşanmaya dönecektir. Eğer boşanma protokolünde yer almayan bir husus eşlerden biri tarafından talep edilirse anlaşmalı boşanma gerçekleşmeyecektir. Ancak taraflar değişiklik konusunda hemfikir ise aile mahkemesi hakimi gerek protokolde değişiklik yapıp tarafların onayına sunarak gerek de protokole eklemeler yaparak davayı sonuçlandırır.

3.Duruşmaya katılma zorunluluğumuz var mı, avukatlarımız tarafından temsilen dava görülebilir mi?

 Anlaşmalı boşanmalarda eşlerin davaya katılmaları zorunluluğu vardır. . Bu zorunluluğun sebebi eşlerin, anlaşmalı boşanma protokolü içerisinde verdikleri bilgileri hakimin teyit etmesi gereksinimindendir. Bunun nedeni eşlerden birinin protokolü baskı altında imza altına almış olabileceği ihtimalidir. Aile mahkemesi hakimi bu hususu re sen irdeler.
      
       4. Anlaşmalı Boşanma Protokolüne hakim müdahale edebilir mi?

Aile Mahkemesi Hakimi eğer boşanma protokolünü uygun bulmazsa eşlerin ve çocukların çıkarlarını gözeterek protokol üzerinde değişiklik yapabilir. Lakin şunu belirtelim ki bu keyfi bir değişiklik değildir. Hakim uygun bulmadığı hususları taraflara neden uygun bulmadığını da izah ederek tarafları görüşleri doğrultusunda ikna etmeye çalışır. Mesela eşlerden birinin geliri düşük olduğu halde protokol gereği gelirinden çok yüksek miktarda tazminat ve nafaka ödemeyi kabul ediyorsa hakim bu konu üzerinde taraflara müdahale edebilir.  Hakimin müdahalesiyle değişen anlaşmalı boşanma protokolüne eşler tarafından icazet verilmezse davaya evlilik birliğinin temelden sarsılması nedenine dayalı boşanma davası olarak devam edilir.

5.Anlaşmalı boşanma protokolünde boşanma sebebimi belirtmek zorunda mıyım?

Anlaşmalı boşanma davasında eşler mahkemeye bir boşanma gerekçesi göstermek zorunda değillerdir. 1 yıl evli kaldıktan sonra iki eş de boşanmak istediklerini belirttiğinde hakim, boşanma kararı vermek zorundadır. Böylece aile içinde yaşanan olaylar, dava dilekçelerine geçirilmeden boşanma süreci tamamlanmaktadır.

Anlaşmalı boşanma davası, eşlerin en kısa süre içerisinde boşanmalarına olanak sağlayan boşanma şeklidir. Boşanmanızın gerçekleşeceği duruşma gününüz hangi adliyede açtığınıza yani adliyedeki iş yoğunluğuna göre değişiklik gösterecektir. Burada en önemli husus boşanma protokolünün hazırlanmasıdır. 

Önerimiz bu protokolün kesinlikle uzman bir avukat tarafından hazırlanmasıdır. 
Dikkat etmediğiniz bir husus telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabilir.


13 Mart 2019 Çarşamba

İstifa Ederken Dikkat Edilmesi Gerekenler Nelerdir?


            Eğer istifa, gerçek bir istifa ise,  İş sözleşmesinin istifa ile sona ermesi halinde işçinin iş güvencesi hükümlerinden yararlanması mümkün olmadığı gibi, ihbar ve kıdem tazminatlarına da hak kazanılamaz.
            İşçi, işveren arasında yaşanan uyuşmazlıklarda fesih konusunda ispat külfeti, işverene aittir. İşçinin, istifa etmesi durumunda akdin bozulmasını istifa ile ispatladığından ispat külfeti işverenden,  işçiye geçmektedir. İşçi, işveren ile yaşadığı uyuşmazlığın sonunda istifa dilekçesi verdiğinde ispat külfetini işverenden alarak, işvereni bir nevi ödüllendirmiş olmaktadır.  Buna rağmen Yargıtay’ın vermiş olduğu kararlarda ise, “işçi, istifa etmiş olsa da istifa sürecinin öncesinin ve sebebinin araştırılması gerektiğini” belirterek işçinin, işveren karşısında güçsüzlüğünü de düşünerek, işçi lehine hükümlere imza atmıştır. Bazen işveren adeta çalışanı kendi isteği ile işi bırakması için zorladığı durumlarda yaşanabilmektedir. Örneğin işin başlangıcında belirtilen iş düzeninin daha sonrasında değiştirilmesi, çalışan kişinin daha uzun süre çalışıp daha az ücret alması, çalışanın ikramiyelerini az alması ya da alamaması, maaşını geç alması, soysal haklarından faydalanamaması, sigortasının eksik ödenmesi veya sigorta priminin yatırılmamış olması, mobbing  gibi sizin izninizin ya da haberinizin olmadığı, haksız durumlar yaşanabilmektedir. Bu durumlar da bir istifa değil kovulma halidir ve çalışan kişi de bütün yasal haklarını işverenden talep edebilmektedir.

          İstifa dilekçesi hazırlamadan önce avukata danışmanızda yarar var zira bazen istifa dilekçesinde yazılan cümleler mahkeme aşamasında karşınıza gelebilir ve bağlayıcı olabilir. Mesela çok karşılaştığımız ‘’ kendi özel sebeplerimden ötürü istifa ediyorum ‘’ gibi bir cümle eğer haklı bir istifa bile olsa sizi dava sürecinde zor duruma sokacaktır. İşverenlerin en sıklıkta yaptığı uygulama işçinin hak ve alacaklarını daha sonradan talep etmesini engellemeye yönelik olduğunu düşündüğü ibranamedir. Şunu söyleyelim ki İş hukukunda mahkemelerin ve Yargıtay uygulaması gereği işçiden daha önce işe girerken alınmış belgeler varsa bunlar yok hükmünde sayılıp asıl durum araştırılır. Burada işçinin ibraname ibraz etmiş olması ispat külfetini kaldırır ve işçinin bu belgenin işe girerken alındığını ispat etmesi gerekir ancak defterlerde ödemeye yönelik kayıt bulunmaması işçinin ispatını kolaylaştıracaktır. Yani ibraname imzalamış olsanız bile eğer hak ve alacaklarınız size banka üzerinden yatmadıysa ispat edebilirliğiniz çok yüksektir. Lakin ibranamenizde rakamla ne kadar ücret aldığınızı belirtiyorsanız ve rakamla yazdığınız ücreti elden aldım başka alacağım yoktur dedi iseniz rakamla yazılan ücreti almadığınızı ispat etmeniz çok zordur ama başka alacağım yoktur demiş olsanız bile kanunun size verdiği miktardaki hak ve alacağınızı size ödenen miktarı çıkarıp yine talep edebilirsiniz. İbraname ile ilgili şunu da belirtelim ki ibra sözleşmesindeki her bir alacak kalemi türü ve miktarı ile tek tek belirtilmelidir. İbranamelerdeki ‘’tüm haklarımı aldım, hiçbir hak ve alacağım yoktur’’ gibi ibareler esasen hukuka aykırıdır. İşçi ibranamede yasal haklarını saklı tuttuğuna ilişkin bir beyanda bulunmuşsa ibraname geçerli değildir ve hüküm doğurmaz ve yine İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden ibranamenin fesihten sonra düzenlendiğinin anlaşılamaması durumunda ibraname geçerli değildir ve hüküm doğurmaz.

           Haklı nedenle istifa ettiğinizde işverenin kıdem tazminatınızı veya varsa fazla mesai, hafta tatili, bayram tatili gibi alacakları vermeyeceğini düşünüyorsanız istifa sonrası açacağınız dava için 2 tanık bulmanız gerekecektir. Yine İstifa dilekçesinin şarta bağlandığı durumlarda, işveren tarafından çalışana beyaz ve boş kâğıda imza attırılıp daha sonrasında da bunu istifa dilekçesi olarak kullanıldığı hallerde, İstifa dilekçesinin üzerinde var olan tarihten daha sonraki bir tarih için işleme konulması durumunda, İstifa dilekçesinde çelişkinin bulunması halinde, Çalışanın askerlik, emeklilik gibi hayatında değişiklik gösteren hallerde istifa dilekçesi vermesi durumunda İstifa etmek yerine iş sözleşmenizi feshetmenizin haklı nedenlerini ve işten ayrılma nedenlerinizi Noter kanalıyla ihtar çekerek de işverene bildirebilirsiniz. 

Sonuç olarak, ben istifa ettim bu nedenle de herhangi bir hak edinemem gibi yanlış bir düşünceye kapılmayınız. 

Mutlaka bu konuda uzman, bilgili ve tecrübeli bir iş hukuku avukatına başvurunuz.

AYNI EYLEME İKİ AYRI CEZA VERİLEMEYECEĞİNDEN İŞÇİNİN İŞ AKDİNİN FESHİNİN HAKSIZ OLDUĞU

YARGITAY   9. HUKUK DAİRESİ Esas Numarası: 2016/12229 Karar Numarası: 2020/610 Karar Tarihi: 20.01.2020 KAVGA NEDENİYLE ÖNCE KINAMA CEZASI A...