
Son günlerde Aile Hukuku alanındaki uyuşmazlıklarda zorunlu arabuluculuk konusu gündeme getirilmektedir. Önce iş hukukundan doğan uyuşmazlıklarda, daha sonra ticari davalarda zorunlu arabuluculuk sistemi getirilmiştir. Şimdi de Aile Hukukundan doğan davalarda zorunlu arabuluculuk getirilmeye çalışılmaktadır. Alternatif uyuşmazlık çözüm yolları, devletin görevi olan yargısal sistemin yerine geçirilmeye çalışılmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’nin 48/1. Maddesi “Taraf devletler,
Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerinde arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil,
zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere, gerekli
hukuki veya diğer önlemleri alacaklardır” demek suretiyle, şiddet içeren
uyuşmazlıklarda zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm yolları yasağını
getirmiştir.
Arabuluculuk Kanunu’nun 1/2. Maddesinde; “Şu kadar ki, aile
içi şiddet iddiasını içeren uyuşmazlıklar arabuluculuğa elverişli değildir“
denilmek suretiyle aile içi şiddet içeren olaylarda arabuluculuğun mümkün olmadığı
açık ve net hüküm altına alınmıştır.
Aile hukuku kaynaklı davalarda bilhassa Boşanma davalarının neredeyse tümünde psikolojik,
sözel, ekonomik, cinsel, sosyal, fiziksel şiddet vardır. Hal böyleyken
yargılama yapılmadan şiddet olup olmadığının ayrımının yapılması olası
değildir. Bu nedenle de aile hukuku uyuşmazlıklarında ARABULUCULUK asla MÜMKÜN
DEĞİLDİR.
Bazı
çevrelerde sadece mal rejiminin tasfiyesi konusunda zorunlu arabuluculuk
getirileceği dile getirilmektedir. Mal rejiminin tasfiyesi de bir aile hukuku
uyuşmazlığıdır. Boşanma davasının sonuçlanmış olması ne yazık ki şiddet
eylemlerini sona erdirilememektedir. Her yıl artan oranda yüzlerce kadın
öldürülüyor ve şiddete uğruyorken, kadını arabuluculuk masasına oturtmak
kadının can güvenliğini tehlikeye sokar. 2018 yılında 440 kadının sadece kadın
olmaları nedeniyle öldürüldüğü, 317 kadının da cinsel şiddete maruz kaldığı
gerçeği göz önüne alındığında KADININ NASIL KORUNACAĞI konusu son derece önem
arz etmektedir. Arabulucudan kadının güvenliğini temin etmesi beklenemeyeceği
gibi arabulucunun kendi güvenliğinin de tehlikede olduğu tartışmasızdır.
Kaldı ki Avukatlık Kanunu’nun 35 /A Maddesinde; “Avukatlar
dava açılmadan veya dava açılmış olup da henüz duruşma başlamadan önce
kendilerine intikal eden iş ve davalarda TARAFLARIN KENDİ İRADELERİYLE, istem
sonucu elde edebilecekleri konulara inhisar etmek kaydıyla, müvekkilleriyle
birlikte KARŞI TARAFI UZLAŞMAYA DAVET EDEBİLİRLER. Karşı taraf bu davete icabet
eder ve uzlaşma sağlanırsa uzlaşma konusunu, yerini, tarihini, karşılıklı
yerine getirmeleri gereken hususları içeren tutanak, avukatlar ile müvekkilleri
tarafından imza altına alınır. Bu tutanaklar İİK’nın 138 Maddesi anlamında ilam
niteliğindedir” denilmektedir.
Yine
HMK’nın 137 Maddesinde; “Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön
inceleme yapılır.
Mahkeme ön incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları
inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile
tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken
işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda
SULHE teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir” hükmüne yer verilmiştir.
Yasa hükmüne göre HÂKİMİN DE TARAFLARI ANLAŞMAYA TEŞVİK ETME YETKİSİ
bulunmaktadır.
Mevcut yasal düzenlemeyle tarafların sulh olma konusunda
iradeleri olduğu sürece dava açılmadan
evvel Avukatlık Kanunu 35/A maddesine göre
sulh olup ilam mahiyetinde belge düzenlenmesi imkanı varken aile hukukundan doğan davaları da
arabuluculuk kapsamına sokmak hele hele bunu zorunlu yapmak kadının güvenliğini
riske sokacak, kadının haklarını kullanmasına ve elde etmesine engel teşkil
edecektir.
AİLE HUKUKUNDA ARABULUCULUK DEMEK
AİLE İÇİ ŞİDDETİN GÖRÜNMEZ OLMASI DEMEKTİR.
AİLE HUKUKUNDA ARABUCULUK KADININ ADALETE ERİŞİMİNE ENGELDİR.
İSTANBUL BAROSU KADIN
HAKLARI MERKEZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder